6325 sayılı HUKUK UYUŞMAZLIKLARINDA ARABULUCULUK YASASININ 07.06.2013 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, Türk Hukukunda resmi olarak arabuluculuk uygulanmaya ve hukuki sonuçlar doğurmaya başlamıştır.
Yasal düzenlemeden önce de; barışçıl çözüm yöntemleri ve uzlaştırma kurumu hukukçular tarafından uygulanmaktaydı. Zira uzlaşma, ihtilafların her aşamasında başvurulan bir çözüm yöntemi olmuş ve hukuk tarihi dışında, toplumların gelişmesine de katkı sağlamıştır. Bir zorunluluk olmamasına ragmen, dava açmadan veya açtıktan sonra uzlaşma ile uyuşmazlığı ve yargılamayı sonlandırmak, her zaman tarafların menfaatine olmuştur. Hem zamandan kazanmışlar, hem de daha adil çözümlere ulaşmışlardır.
Arabuluculuk, hukuki uyuşmazlıklarda tarafların kendi özgür iradeleriyle çözümü bulacakları, kaybedeni olmayan, dostane ve sürdürülebilir iş ilişkisini geliştirmeye ve yerleştirmeye çalışılan bir sistemdir. Yargının alternatifi değildir ve tarafların yargıya başvurma hakkına engel olmamaktadır.
Arabuluculuğun zorunlu olması ise; tarafları istemedikleri bir şeye veya anlaşmaya zorlamak değil, tam tersi yargıya başvurmadan önceden dostane çözüm yolunu denemeleri ve değerlendirmeleri için getirilen hukuki bir dava şartıdır. O nedenle kavram olarak, zorunluluk kelimesinin kullanılması doğru olmamıştır. Hukuk sistemimizde yer alan diğer dava şartları gibi bir ön koşuldur ve yargının iş yükünü azaltarak, kaliteli hukuk düzeninin yerleşmesini sağlamak amaçlanmakta olup, tarafların dava açma hakkına engel değildir.
Nitekim, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu 11. Madde de düzenleme bulan üst makamlara başvuru şartı, bunun en güzel örneğidir ve aşağıdaki şekildedir: 1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. 2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. 3. Talebin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.
Arabuluculuğa başvuru tarafların dava hakkına ve hak arama özgürlüğüne engel olmadığı gibi, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerde hak kaybı yaratmamakta, taraflar arabuluculuk görüşmelerine istedikleri zaman son verebilmekte ve anlaşma sağlanamadığı taktirde, yargı yoluna gidebilmektedirler. Arabuluculuk sürecinin gizli olması nedeniyle de, arabuluculuk görüşmeleri yargılama sırasında tarafların aleyhine delil olarak kullanılamamaktadır.
Nitekim 6325 sayılı ‘hukuk uyuşmazlıklarında arabuluculuk yasası’ ile ilgili, Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvurusunda, yasansın hak arama özgürlüğüne engel teşkil etmediği aşağıdaki gerekçe ile tespit edilmiştir.
‘’Anayasa’nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı öngörülmüştür. Bu madde uyarınca, yapılacak yargılamanın kişiler yönünden gerçek bir güvence oluşturabilmesi için aranacak nitelikler de 36. maddede belirtilerek “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmiştir. Anayasa’nın 141. maddesine göre davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Bu görevin ağır iş yükü altında yerine getirilmesi zorlaştıkça, yargının iş yükünün azaltılması, adalete erişimin kolaylaştırılması ve usul ekonomisi gibi çeşitli nedenlerle yargıya ilişkin anayasal kuralların etkililiğinin sağlanması bakımından gerekli görülmesi durumunda uyuşmazlıkların çözümü için alternatif yöntemlerin yaşama geçirilmesi, yasama organının takdir yetkisi içindedir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuru zorunluluğu, bu yollar sırf kişilerin hak aramalarını imkânsız hâle getirmek amacıyla oluşturulmuş etkisiz ve sonuçsuz yöntemler olmadığı sürece hak arama özgürlüğüne aykırı kabul edilemez.’’
Tarafların yargılama sürecinde yaşadıkları handikaplar hepimiz tarafından bilinmektedir.Geciken adalet, adalet olmaktan çıkmaktadır. Yargı mekanizmamızın iş yükü nedeniyle, dosyalar da sağlıklı incelenememekte ve her zaman adil, güvenilir hukuk düzenine ulaşılamamaktadır. Taraflar hakkaniyete aykırı yargı kararları ile karşılaşabilmekte ve hak kaybı yaşayabilmektedir.
Tüm bu olumsuzluklar karşısında; dava yoluna gitmeden, çok kısa bir sürece sahip, iradiliğin esas olduğu arabuluculuk görüşmelerine katılmak, bir külfet değildir. Tam tersi, sonuçları itibariyle bir nimettir. Arabuluculuk başvurusu ile tarafların zaman kaybetmesi söz konusu değildir. Zira 1 günde çözülebilen ihtilaflar olduğu gibi bir ihtilafın arabuluculukla çözülemeyeceği de, çoğu zaman ilk görüşmede netleşebilmektedir. Nitekim 5521 SAYILI İŞ MAHKEMELERİ KANUN tasarısının 3. Maddesinde ‘’ Zorunlu Arabuluculuk’’ başlığı ile düzenleme yapılmış ve 5.fıkrasında :
MADDE 3- (5) Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hallerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir.
Denilmiştir. Yeni yasama yılında , mecliste görüşülmesi beklenen bu düzenleme ile, dava şartı olan arabuluculuk; en fazla 4 hafta içerisinde sonuçlandırılacak ve zaman kaybına neden olmayacaktır.
Yine aynı maddenin 6. Fıkrasında; ‘’ Tarafların arabulucu huzurunda anlaşamaması halinde ise, arabuluculuk görüşmelerinin ilk iki saatlik bölümü Hazineden, iki saati aşan kısmı ise aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin Birinci Kısmına göre karşılanır. Hazineden karşılanan ve taraflarca ödenen arabuluculuk ücreti, yargılama giderlerinden sayılır. ‘’ denilerek, taraflara mali külfet getirmemesi sağlanmıştır.
Anlaşma sağlanamamış olsa bile, arabuluculuk süreci; yargılama ve dava öncesi tarafların birbirlerini dinlemelerini, anlamalarını, aralarındaki ilişkiyi dostane şekilde sürdürebilmelerini sağlamakta ve yargı yolunu tercih ettiklerinde, bir birleri ile ilgili olumsuz bakış açısını kırmalarını sağlayarak, daha sağlıklı bir taraf ilişkisi kazandırmaktadır.
Arabuluculuk görüşmeleri sonucunda varılacak anlaşma, tamamen tarafların özgür iradeleri ile belirlendiği için, bir tarafın hakkından azını almaya razı olması veya feragat etmesi gibi bir sonucun oluşacağını düşündürmemelidir. Zira tarafların vardıkları anlaşma öncesi, ilişkilerini ve dava risklerini objektif değerlendirme fırsatları olmakta, yasal haklarından fazlasını almaları da mümkün olabilmektedir. Arabuluculuğun zorunlu olması, anlaşmanın dayatılması değil, arabuluculuk kurumuna başvurunun dava yolundan önce zorunlu olmasıdır. Kaldı ki arabulucu, uyuşmazlık içinde bulunan tarafları bir çözüm üzerinde anlaşmaları için zorlayamaz.
Arabuluculuk faaliyeti sonucunda tarafların anlaşmaları halinde düzenlenen anlaşma tutanağı, taraflar için bağlayıcıdır. Anlaşma koşulları yerine getirilmesinin güvencesi de, tarafların mahkemeye başvurarak, anlaşma tutanağının icra edilebilmesine ilişkin şerh alabilmeleridir. Dolayısıyla, arabuluculuk kurumu ile çözülen bir ihtilafla ilgili sorun yaşanması riski de bulunmamaktadır.
Haklarımızı özgürce değerlendirdiğimiz ve kendi kararlarımızı kendimizin verdiği arabuluculuk sistemi, dava şartı olmasa dahi bizce tercih edilmelidir. Tıpkı sloganımız haline gelen söz deki gibi, ‘özgür insan karar verme gücünü elinde tutan insandır’. Bol uzlaşmalı ve iyi ilişkilerin hakim olduğu yarınlar dileğimizle.